17 Kasım 2015 Salı

Ünite 2 / İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI

Yaratılış destanı ( Altay-Yakut )

Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destanıdır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan Türk mitolojisi verileridir.



Yerkürenin Yaratılışı
Ak Ana

Altay yaratılış destanında başlangıçta her yerin sularla kaplı olduğu anlatılmaktadır. Tanrı Ülgen, kuşa dönüşerek suların üzerinde uçar ancak konacak bir yer bulamaz.Bunun üzerine gökten gelen bir ses tanrı Ülgen'e denizin içinden çıkan bir taşa konmasını söyler.Ülgen bu taşa konduğunda yerin ve göğün yaratılması gerektiğini düşünür ancak bunu nasıl yapacağını bilemez. Suların içinde yaşayan dişi ruh Ak Ana, Ülgen'e yaratılışı nasıl gerçekleştireceğini anlatır.Onun yardımıyla işe başlayan tanrı önce yeri, ardından göğü yaratmıştır.Ardından da dünyanın dengesini sağlaması için üç balık yaratmış.Balıklar dünyayı alttan destekleyerek başıboş gezmesine engel olmuşlar.


İnsanın Yaratılışı

Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan Erlik Ülgen'e ihanet edecektir.

Erlik Han kötülük tanrısıdır.dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış bunun sonucunda Tengri de onu ceza olarak yeraltı aleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüş bir tahtın üzerinde oturur. Emrinde dokuz semerli boğası olan Erlik Han yeraltı aleminde kendine koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. 





Şu destanı (Sakalar)

Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya doğru yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların  Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır.Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir hayatı, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları anlatır. Şu destanında, Makedonya kralı İskender ile Turan hükümdarı Şu’nun ordularının Fergana vadisinde karşılaşmış olmaları, Türk kültürüyle Batı kültürünün M.Ö. 4. yüzyılda tanışmış ve birbirleriyle bilgi alış verişinde bulunmuş olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, Türklerde ad verme geleneğinden 24 Oğuz boyunun oluşumuna, Oğuzların ilk atası Oğuz Han’ın mevcudiyetinin M.Ö. 7. yüzyılda görülebileceğine kadar birçok önemli bilgiyle Şu destanında buluşmak mümkündür 



24 Oğuz boyu





Alp Er Tunga (Sakalar)
Alp Er Tunga
Bu destanda Saka hakanı Alp Er Tunga‘nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi’nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı‘nın tümü elimiz­de yoktur.

Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür.
Alp Er Tonga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes, İran ve İslâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip’e göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı “Efrasiyab”dır.Firdevsî’nin Şehnamesi’nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb’ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig’in şu mısralarından anlıyoruz:

Bu Türk beğlerinde adı belgülüg
Tunga Al Er irdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tajikler ayur ânı Afrâsyâb
Bu Afrâsyâb tutdı iller talab
Tajikler bitimiş bitigde mum
Bitigde yok erse kim ukgay ânı?
(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut’u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)






















Oğuz Kağan Destanı (Hun)


Bir çocuk doğdu ve çocuğa Oğuz adı verilir. Bu çocuk çok kısa bir sürede büyür, yiğit olur. O çağda, halka zarar veren bir canavar vardı. Oğuz bu canavarı avlamak istedi. Günlerden bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş.Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti.Tan ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti. Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı göktenbir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
     Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.
     Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
Bu bildirilerde şöyle yazılıydı: "Ben Uygurlar'ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim".
    Oğuz Kağan dünyanın dört bir tarafına ordularıyla gider, karşılaştığı yerlerdeki Türk boylarına isimler verir ve birçok ülkeyi pek çok çarpışmadan sonra ve kendi yurduna katar.
Oğuz Kağan ihtiyarlayınca yurdunu "Boz Oklar" ve "Üç Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı.


Oğuz Kağan'ın Oğulları











Atilla Destanı (Avrupa Hun) 



Atilla'nın hayat hikayesini anlatmaktadır.
Babası Muncuk Han (Boncuk Han)'dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken bulmuş ve yanına almıştır. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu'yla ittifak yapan Atilla, bir süreliğine Roma'ya Flavius Aetius'un davetlisi olarak gitmiştir. Rua'nın ölümü üzerine, kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu'nun ortak hükümdarı olmuştur. Bleda 445 yılında ölünce, Atilla tek başına Hun hükümdarı olmuştur. Daha sonra aşık olduğu esir kızla (Nakara) evlenen Atilla'nın bir oğlu olmuş, eşi Nakara doğum sırasında hayatını kaybetmiştir.

Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarına sık sık sefer düzenleyen Atilla, Orta Çağ batı kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa'da "Tanrının Kırbacı" denilirdi.

Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Atilla, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardır. Atilla'nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Atilla, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başkenti olan Etzelburg adının buradan geldiği bilinmektedir. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşında Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür. Atila ordusunu dinlendirerek kaçan Aetus'u takip etmedi.


1380 yılında yazılan Chronicum Pictum elyazmasına göre Atilla.
Batı Roma İmparatorluğu'na sefer yaparken Papa'nın araya girmesiyle Atilla Roma seferini durdurdu ve Romalıları haraca bağladı. Atilla M.S. 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.





Bozkurt Destanı (Gök Türk)

Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır. Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acırlar ve öldürmezler. Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olur ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt hamile kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Zamanla her birinden bir soy türer.




Ergenekon (Göktürk)

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han,Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han'ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.
Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı'ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere "maden yeri" anlamında "Ergene Kon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon'a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Dem
irin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.
Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak dövdüler.




Türeyiş - Göç Destanı (Uygur)

Uygur hakanı kızlarını insanlarla evlendirmeye kıyamaz. Tanrı’ya kızlarıyla evlenmesi için yalvarır. Tanrı da kurt suretinde görünerek hakanın kızlarıyla evlenir. Bu evlilikten “Dokuz Oğuz” ve “On Uygur” boyları oluşmuştur.
Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini sanıyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya getirdi.
Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğunu sanarak kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi. Göç Destanı Uygurların yurdunda “Hulin” isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki nehir çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşları bitirmek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder