7 Ocak 2016 Perşembe

Divan edebiyatı şiir örnekleri

Gazel:

Meni cândan usandurdı cefâdan yâr usanmaz mı 
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı

Kamu bîmârına cânân devâ-yı derd ider ihsân 
Niçün kılmaz mana dermân meni bîmâr sanmaz mı

Gamum pinhân dutardum men didiler yâra kıl rûşen 
Disem ol bî-vefâ bilmen inanur mı inanmaz mı
Şeb-i hicrân yanar cânum töker kan çeşm-i giryânum 
Uyadur halkı efgânum kara bahtum uyanmaz mı
Gül-i ruhsârına karşu gözümden kanlu ahar su 
Habîbüm fasl-ı güldür bu ahar sular bulanmaz mı
Degüldüm men sana mâ’il sen itdün aklumı zâ’il 
Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı

Fuzûlî rind-i şeydâdur hemîşe halka rüsvâdur 
Sorun kim bu ne sevdâdur bu sevdâdan usanmaz mı
Türkçesi:
Sevgili, cefası ile beni candan usandırdı, cefa etmekten kendisi usanmaz mı? 
Ahımın ateşinden gökler yandı, muradımın mumu hâlâ yanmaz mı?
Bütün aşk hastalarının derdine deva ihsan eden sevgili Bana niçin çare bulmuyor, yoksa beni hasta sanmaz mı?
Gamımı, sıkıntımı gizli tutardım, yâre açıkla dediler Bilmiyorum, söylesem , o vefasız inanır mı inanmaz mı?
Ayrılık gecesinde canım yanar, ağlayan gözüm kanlı göz yaşı döker. İniltilirim halkı uyandırır, kara talihim uyanmaz mı?
Gül yanağına karşı gözümden kanlı göz yaşı akar. Sevgilim! Gülmevsimidir, akar sular bulanmaz mı?
Ben sana gönül vermemiştim, aklımı çeldin. Beni ayıplayan şaşkın, seni görüp utanmaz mı?
Fuzûlî, halka daima rezil olmuş bir rinttir, tutkundur.Bunun nasıl bir sevda olduğunu kendisine sorun, bu sevdadan usanmaz mı?

5 Ocak 2016 Salı

Halk edebiyatı örnek

Koşma:


Yiğidin eyisini nerden bileyim 
Yüzü güleç, kendi yaman olmalı 
Kasavet serine çöktüğü zaman 
Gönlünün gâmını alan olmalı
Benim sözüm yiğit olan yiğide 
Yiğit olan muntazırdır öğüde 
Ben yiğit isterim fırka dağında 
Yiğidin başında duman olmalı
Yiğit olan yiğit kurt gibi bakar
Düşmanı görünce ayağa kalkar 
Kapar mızrağını meydana çıkar 
Yiğidin ardında duran olmalı
Sâfi güzel olan, şol bazı kötü 
Yiğidin densizi ey'olmaz zati 
Gayet durgun ister silahı atı 
Yiğit el çekmeyip viran olmalı
Karac'oğlan der ki çile çekilmez 
Hozan tarlalara sümbül ekilmez 
Sak yabancı ile başa çıkılmaz 
                       İçinden sıdk ile yanan olmalı                        
                                                               
                                                              (Karacaoğlan)




Semai:


Gönül Gurbet Ele Çıkma (Erzurumlu Emrah)
Gönül gurbet ele çıkma
Ya gelinir ya gelinmez
Her dilbere meyil verme
Ya sevilir ya sevilmez
Yöğrüktür bizim atımız
Yardan atlattı zatımız
Gurbet ilde kıymatımız
Ya bilinir ya bilinmez
Bahçemizde nar ağacı
Kimi tatlı kimi acı
Gönüldeki dert ilacı
Ya bulunur ya bulunmaz
Deryalarda olur bahri
Doldur ver içem zehri
Sunam gurbet elin kahrı
Ya çekilir ya çekilmez
Emrah der ki düştüm dile
Bülbül figan eder güle
Güzel sevmek bir sarp kale
Ya alınır ya alınmaz
Bize nisbet mi sultânım
Adûlarla salınırsın
Yusuf misli cânım
Sevildikçe alınırsın 



Varsağı:


Bre ağalar bre beyler 
Ölmeden bir dem sürelim 
Gözümüze kara toprak 
Dolmadan bir dem sürelim
Karacaoğlan der canan
Güzelim sözüme inan 
Bu ayrılık bize heman 
Ermeden bir dem sürelim






İlahi:


Aşkın aldı benden beni 
Bana seni gerek seni 
Ben yanarım dün ü günü 
Bana seni gerek seni
Ne varlığa sevinirim 
Ne yokluğa yerinirim 
Aşkın ile avunurum 
Bana seni gerek seni
Aşkın aşıklar oldurur 
Aşk denizine daldırır 
Tecelli ile doldurur 
Bana seni gerek seni
Aşkın şarabından içem 
Mecnun olup dağa düşem 
Sensin dünü gün endişem 
Bana seni gerek seni
Sufilere sohbet gerek 
Ahilere ahret gerek 
Mecnunlara Leyla gerek 
Bana seni gerek seni
Eğer beni öldüreler 
Külüm göğe savuralar 
Toprağım anda çağıra 
Bana seni gerek seni
Cennet cennet dedikleri 
Birkaç köşkle birkaç huri 
İsteyene ver anları 
Bana seni gerek seni
Yunus'durur benim adım 
Gün geçtikçe artar odum 
İki cihanda maksudum 
Bana seni gerek seni      

                                                       ( Yunus Emre )






Nefes:


Biz Urum Abdallarıyız
Maksadımız yârdır bizim
Geçtik ziynet kabâsından
Gencinemiz erdir bizim
Dâim kılarız biz zârı
Harceyleriz elden var,
Dost yoluna verdik seri
Mürkirimiz hârdır bizim
Aşk bülbülüyüz öteriz
Râh-i Hakka yüz tutarız
Mânâ gevherin satarız
Mürşidimiz vardır bizim
İstivâyı gözler gözüm
Seb'almesanidir yüzüm
Ene'l Hakk'ı söyler sözüm
Mi'râcımız dârdır bizim
Haber aldık mahkemâttan
Geçmeyiz zâttan sıfattan
Balım nihan söyler Haktan
İrşâdımız sırdır bizim          

                                                        (Balım Sultan)






Deme:


Güzel aşık cevrimizi
Çekemezsin demedim mi
Bu bir rıza lokmasıdır
Yiyemezsin demedim mi
Yemeyenler kalır naçar
Gözlerinden kanlar saçar
Bu bir demdir gelir geçer
Duyamazsın demedim mi
Bu dervişlik bir dilektir
Bilene büyük devlettir
Yensiz yakasız gömlektir
Giyemezsin demedim mi
Çıkalım meydan yerine
Erelim Ali sırrına
Can ü başı Hak yoluna
Koyamazsın demedim mi
Aşıklar kara baht(ı) olur
Hakk'ın katında kutl'olur
Muhabbet baldan tatl'olur
Yiyemezsin demedim mi
Pir Sultan Abdal Şahımız
Hakk'a ulaşır rahımız
On İk'imam katarımız
Uyamazsın demedim mi    
     
                                                                ( Pir Sultan Abdal )




Şathiye:


Yücelerden yüce gördüm 
Erbabsın sen koca Tanrı
Alim okur kelam ile 
Sen okursun hece Tanrı
Kıldan köprü yaratmışsın 
Gelsin kulum geçsün deyü
Hele biz şöyle duralım 
Yiğit isen geç a Tanrı
Garib kulun yaratmışsın 
Derde mihnete katmışsın
Anı aleme atmışsın 
Sen çıkmışsın uca Tanrı
Kaygusuz Abdal yaradan 
Gel içegör şu cür'adan
Kaldır perdeyi aradan 
Gezelim bilece Tanrı 

                                                               ( Kaygusuz Abdal)





Nutuk

Cihan varolmadan ketmi ademde
Hak ile birlikte yekdaş idim ben
Yarattı bu mülkü çünkü o demde
Yaptım tasvirini nakkaş idim ben

Anasırdan bir libasa büründüm
Nar ü bad ü hak ü abdan göründüm
Hayrülbeşer ile dünyaya geldim
Adem ile bile bir yaş idim ben

Ademin sulbünden Şit olup geldim,
Nuhu nebi olup Tufana girdim
Bir zaman bu mülke İbrahim oldum
Yaptım Beytullahı taş taşıdım ben

İsmail göründüm bir zaman ey can
İshak Yakup Yusuf oldum bir zaman
Eyyub geldim çok çağırdım el’aman
Kurt yedi vücudum kan yaş idim ben

Zekeriyya ile beni biçtiler
Yahya ile kanım yere saçtılar
Davut geldim çok peşime düştüler
Mührü Süleymanı çok taşıdım ben

Mübarek asayı Musaya verdim
Ruhulkudüs olup Meryem’e erdim
Cümle evliyaya ben rehber oldum

Cibrili Emine sağdaş idim ben




Devriye:


Dokuz ay on gün batn-ı mâderde
Kudretten gözüme çekildi perde
Vaktim tamam olup ahir yerde
Çıkıp ten donundan cihana geldim

                                                  (Hüsnî)

2. Yeni şiir örnekleri

CEMAL SÜREYYA

Beni Öp Sonra Doğur Beni

Şimdi
utançtır tanelenensarışın çocukların başaklarında.
gözü bağlı bir leylâk kokusu ovadan
çeviriyor o küçücük güneşimizi.
gelip sesime yerleşiyor.
sesimin alaca baldıranı.
fildişi: rüzgârın tavrı.
Dağ: güneş iskeleti.
denizin yavrusu kocaman.
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
-uykusuzluğun sütlü inciri-
kovanlara sızmıyor.
beni öp, sonra doğur beni.      


Ovadan
Taşarak evlerden taraçalardan
Sesimin esnek baldıranı
Ve kuşlara doğru
Tahta heykeller arasında
Kan görüyorum taş görüyorum
Annem çok küçükken öldü
                                                     ( Cemal Süreyya)


Üvercinka

böylece bir kere daha boynunlayız sayılı yerlerinden
en uzun boynun bu senin dayanmaya ya da umudu 
kesmemeye
laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun
ama nasıl oluyor sen yüreğimi eller ellemez
sevişmek bir kere daha yürürlüğe giriyor
bütün kara parçalarında
afrika dahil

aydınca düşünmeyi iyi biliyorsun eksik olma
yatakta yatmayı bildiğin kadar
sayın tanrıya kalırsa seninle yatmak günah, daha neler
boşunaymış gibi bunca uzaması saçlarının
ben böyle canlı saç görmedim ömrümde
her telinin içinde ayrı bir kalp çarpıyor
bütün kara parçaları için
afrika dahil

senin bir havan var beni asıl saran o 
onunla daha bir değere biniyor soluk almak
sabahları acıktığı için haklı
gününü kazanıp kurtardı diye güzel
birçok çiçek adları gibi güzel
en tanınmış kırmızılarla açan
bütün kara parçalarında
afrika dahil

birlikte mısralar düşünüyoruz ama iyi ama kötü
boynun diyorum boynunu benim kadar kimse 
değerlendiremez
bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek
iki adım daha atmıyoruz bizi tutuyorlar
böylece bizi bir kere daha tutup kurşuna diziyorlar
zaten bizi her gün sabahtan akşama kadar kurşuna 
diziyorlar
bütün kara parçalarında
afrika dahil

burda senin cesaretinden laf açmanın tam da sırası
kalabalık caddelerde hürlüğün şarkısına katılırken ki
padişah gibi cesaretti o, alımlı değme kadında yok
aklıma kadeh tutuşların geliyor
çiçek pasajında akşamüstleri
asıl yoksulluk ondan sonra başlıyor
bütün kara parçalarında
afrika hariç değil                       
                                                   (Cemal süreya)







akşamüstü rüyası

Şimdi gemiler geçer uzaklardan 
Gönlüm güvertede sereserpedir. I
şıklı geceler,saz sesleri, peynir ekmek 
Ne biletim ne param ne dostum var 
Pır pır eder yüreğim bakındıkça... 
-Uyan Turgut um, garibim, uyan Bura Terme'dir. 
Terme köprüsünden kamyonlar geçer, Irgatlar üç orada beş burada konuşurlar 

Bir gece başlar, yarı siyah, yarı kırmızı 
Cigaramı yakar evime dönerim... 
-Gidin gemiler, gidin 
Vardığınız yerlere selam edin 
Gün olur bütün kaygılardan uzak 
Ben de gelirim...                 (turgut Uyar)






Adak Aşkı

Sıcak yaz göklerinde
Önde uzanan ovada
Birden bir ışık sağdan
Bir ışık soldan çıkar
Ve bunlar
Şimşek hızıyla birbirlerine ulaşırlar
Bunu halk adak için uğur sayar
Derler: Leyla ile Mecnun buluştular
Bu göz açıp kapama anında
Ne varsa dile muradında
Mutlak yerine gelir arzun
Yerde kavuşmayanlar gökte kavuşurlar
Ve bir uğurlu anda
Kavuşmak isteyenleri kavuştururlar
Sezai Karakoç





Acının Adı

Yavaş sessiz senin buyruğunda toplanır altın yavaş sessiz 
Yavaş sessiz senin buyruğunda dağılır buğday yavaş sessiz
Yavaş sessiz senin buyruğunda bölünür halkın ekmeği 

Seninle hızla kararır bozulur ipek seninle hızla 
Hızla düğümlenir bulanır su seninle 
Körlenir seninle hızla emeğin tarihi 

Ve seninle yavaş yavaş çıkar bakıra kuvarsa tunca yavaş yavaş 
Acının uzun uzun yazılan adı.


İlhan Berk

Aaaa

Bir Süleyman gördüm hiçbir yanı kımıldamıyor 
Oturmuş bir iskemleye 
Pek de oturmuşluğu yok iskemle ayaksız 
O nasıl şey, bu adam soyut mu ne 
Baksan bir ilgisi var elleriyle 
Uzamış uzamış uzamış doğrusu elleri 
Sevmeye domuzlanıyor gittikçe 
Konuştum konuşmuyor 
Dürttüm dürtülmüyor 
Kızdım, bir bıçak salladım karnına 
Aaaa! 
Yok yahu bana mısın demiyor 
Şaşırdım, yokladım kendimi iyice 
Bir çağ mı değiştik sabah sabah ne 
Artık ölüm insanlardan olmuyor.
Edip Cansever



ÜÇ GENCİN KALBİ - ECE AYHAN



Bir gemici tanırım
Kalbini bir limanda bırakmış
Ya kaybolursa?
Ağlar çocukluğundaki gibi
Kalbini almaya gidecek hâlâ

Bir oğlan tanırım
Derin yeşil gözlü
Gönlü güney denizlerinin dibi
Kalbi ise yerinde
Birine vermeye gidecek
Bir gemi arar durur
Bulutlardan.

Bir şair tanırım
Onunki içler acısı
Kalbini asla vermemiş
Çalmışlar
Kalbi eski bir efsanede saklı.











1 Ocak 2016 Cuma

4 Büyük Eser

4 Büyük Eser

KUTADGU BİLİG:  (1069-1070) 11. yy.de Yusuf Has Hacip tarafından yazılmıştır. Eserin adı “Mutluluk Veren Bilgi” anlamına gelmektedir. İdeal bir devlet yönetiminin nasıl olması gerektiğini birtakım sembollerle anlatan manzum ve didaktik bir eserdir. Türk Edebiyatı’nda aruz ölçüsü, beyit nazım birimi ve mesnevi nazım biçimi ilk kez bu eserde kullanılmıştır. Edebiyatımızdaki ilk alegorik eserdir. Beyit ve dörtlüklerden oluşmuştur. Hakaniye Türkçe’siyle yazılmıştır. (6645 beyit, 173 dörtlükten oluşur.) Siyasetname türünün Türk edebiyatındaki ilk örneğidir. Bazı bölümlerinde ansiklopedik bilgiler içerir. İslamiyet'in Türklerce kabulünden sonraki bilinen ilk yazılı eserdir. Anlatılmak istenenler 4 sembolik kişilik üzerinden anlatılmıştır. Bunlar ; Kün Togdı (hükümdar, kanun, adalet); Ay Toldı (mutluluk, saadet); Odgurmış (akıbet, hayatın sonu); Ögdülmiş (Akıl, zeka) Kitap, baştan sona bu 4 sembolik şahsiyetin karşılıklı konuşma ve münarazalarından oluşmaktadır. Eserde Tanrı, Muhammed Peygamber, Dört Halîfe ve Tabgaç Buğra Hân methedilikten sonra; iyilik etmenin faydaları; bilgi ile aklın meziyet ve faydaları; devletin sıfatı; adalet vasfı; hükümdarın vasıfları; vezirin, kumandanın, ulu hâcibin, kapıcıbaşının, elçilerin, kâtibi hazinedârın, aşçıbaşının, içkicibaşının, hizmetkârların vasıfları; dünyanın kusurları; ahiretin kazanılması; beylere hizmet etmenin usûl ve


 

nizâmı, hizmetkârlarla nasıl geçinileceği, avâm ile nasıl münâsebet kurulacağı, Ali evlâdı, âlimler, tabipler, efsûncular, rüya tâbircileri, müneccimler, şâirler, çiftçiler, satıcılar, hayvan yetiştirenler, zenâat erbâbı, fakirler ile münâsebet; evlilik; çocuk terbiyesi; hizmetçilere nasıl muâmele edileceği; ziyafete gitme âdabı; ziyafete davet usûlü; memleketi tanzim etme usûlü; doğruluğa karşı doğruluk, insanlığa karşı insanlık gösterilmesi; zamanın bozukluğu ve dostların cefası konuları işlenmiştir.








DİVAN-I LÜGAT’İT TÜRK: (1072) 11. yy.de Kaşgarlı Mahmut tarafından yazılmış ilk sözlüğümüzdür. Eserin adı “Türk Dilinin Toplu Sözlüğü” anlamına gelmektedir. Araplara Türkçeyi öğretmek ve Türkçenin Arapça kadar güçlü, zengin bir dil olduğunu kanıtlamak amacıyla yazılmıştır. Türkçe sözcükler Arapça karşılıklarıyla tanımlanmış ve tanımlanan sözcük bir şiir ya da atasözünde kullanılmıştır. Eserde İslâmiyet öncesi Türk Edebiyatı’nın örnekleri (sav, sagu, koşuk, destan) ve Türk dilleri hakkında önemli bilgiler veriliyor; ayrıca ilk Türk dünya haritası vardır. Eseri dîvânü lügati't-türk sayesinde islam öncesi türk yaşantısını ,kültürünü, mitolojisini öğreniyoruz. ayrıca türk dillerini ve lehçelerini karşılaştırmış, fonotek yapısını arapça ile karşılaştırmıştır. kaşgarlı'nın eseri bilinen en eski, kapsamlı ve zengin türkçe sözlüktür.


  • İlk  Türkçe sözlük
  • İlk  Türkçe dilbilgisi  kitabı
  • Zengin bir edebiyat seçkisi (antoloji)
  • İlk ansiklopedimiz
  • Edebiyat, folklor, tarih, toplumbilim, dil alanında kaynak kitaptır.









Atabetü'l-Hakayık: Edip Ahmet Yükneki'nin 12. yüzyılda, Karahanlı beylerinden Muhammed Dâd Sipehsalar'a hediye ettiği, hadis ve Arapça beyitlere dayanarak yazdığı şiirlerle, ahlaklı insan olmanın yollarını, ahlak ilkelerini açıklamış, çeşitli ahlakî öğütlerde bulunmuş, İslamî düşünce ve görüşlere yol gösterici olmuştur. Hakaniye lehçesi ile yazılmıştır. Eserin adı günümüzde "Hakikatlerin Eşiği" şeklinde aktarılabilir.


Modern zamanda ilk bilindiğinde "Hibetü'l-Hakayık" veya "Aybetü'l-Akayık" olarak, yanlış bir şekilde isimlendirilmiştir. Eserde dünyayı, Allah'ı, insanı bilmenin sadece bilim yoluyla olabileceği anlatılır. Bilginin faydası ve bilgisizliğin zararı hakkında olan konuyu işlemiştir.
Nazım birimi beyit ve dörtlüklerden oluşan bu eserini şair, Yusuf Has Hacib'in Kutadgu Bilig’i gibi aruz vezniyle ve Kaşgar Türkçesi ile yazmıştır. Şairin bu eserini nerede ve ne zaman yazdığı kesin olarak bilinmemektedir. Eserin Kaşgar şivesiyle, Uygur harfleriyle yazılmış ilk yazması İstanbul'da Ayasofya Kütüphanesi'nde bulunmaktadır.

  • Edip Ahmet Yükneki tarafından 12 yy. da yazılmıştır.
  • Konusu din ve ahlaktır.
  • Didaktik (öğretici) bir eserdir. Bir nasihatname özelliğindedir.
  • Gazel ve kaside denilebilecek tarzda şiirler vardır.
  • 46 beyit ve 101 dörtlükten oluşmaktadır.
  • Aruz ölçüsüyle yazılmıştır.
  • Telmih (hatırlatma) sanatı kullanılmıştır.
  • Eser 14 bölümden oluşur. Baştaki 5 bölüm giriş, şairin "nevi" adını verdiği 8 bölüm asıl konu, sondaki 1 bölüm de bitiriş bölümüdür.
  • Giriş bölümleri kaside biçimiyle (aa ba ca da...), asıl konu ile ilgili bölümler ve bitiriş bölümü dörtlüklerle (aaba) yazılmıştır. Giriş bölümünde 40 beyit, asıl konu ve bitiriş bölümlerinde 101 dörtlük vardır. Eserin tamamı 484 dizeden oluşur.
  • Eser geçiş dönemi edebiyatı ürünüdür.
  • Atabetü'l-Hakayık'ta üzerinde durulan bir başka konu da, insanın diline sahip olmasıdır.






Divan-ı Hikmet: Hoca Ahmed Yesevî Pir-i Türkistan'nın söylediği "hikmet" adlı şiirleri bir araya getiren Türk tasavvuf edebiyatının bilinen en eski örneklerini içeren kitap.

Türkistan'ın Ahmet Yesevi'nin (ölümü:1166) dile getirdiği "hikmet" adı verilen şiirlerini bir araya getiren şiir antolojisine verilen özel isimdir. Türk edebiyatı tarihinde "Divan-ı Hikmet"in önemi İslamiyet'ten sonraki Türk edebiyatının daha önce yazılan Kutadgu Bilig’den sonraki bilinen en eski örneklerinden biri ve tasavvufi Türk edebiyatının ilk eseri oluşundan daha fazla Türk Dünyası’nda meydana getirdiği tesirlere dayanır. Genel olarak dervişlik hakkında övgülerden bu dünyadan şikâyetten cennet ve cehennem tasvirlerinden, İslâm peygamberi Muhammed'in hayatından ve mucizelerinden bahsedilir. Dinî ve ahlâki öğütler veren şiirlere de yer vermiştir. Hece ölçüsü olarak 4+3 ve 4+4+4 kullanılmıştır. Bu yapıtın ortaya çıkmasından bir süre sonra; İslamiyet göçebe Türk toplulukları arasında yayılmaya başlamıştır. Ahmet Yesevi'nin görüşleri Anadolu gizemciliğinin (tasavvuf) temelini oluşturur. Tasavvuf kültürünün temeli bu yapıttadır. Yunus Emre'nin,Hacı Bektaş Veli, Hacı Bayram Veli gibi mutasavvıfların düşüncelerinin kaynağı bu yapıttır.
Eserde Ahmet Yesevi'nin kurucusu olduğu Yesevilik tarikatına ait bilgiler, dervişlik üzerine övgüler, Cennet-Cehennem tasvirleri, İslam peygamberinin hayatı ve mucizeleri anlatılır.
  • Kitapta Allah aşkı Peygamber sevgisi işlenmiştir.
  • Hikmet: Hoş, hayırlı anlamlarına gelir.
  • Sade ve yalın bir dil kullanılmıştır.
  • Aruz ve hece ölçüsü bir arada kullanılmıştır.
  • Dörtlük ve beyitle yazılmıştır.
  • 144 hikmet ve 1 münacaattan oluşur. (2009 yılında bulunan yeni hikmetlerle bilinen hikmet sayısı 217 olmuştur. Dr. Hayatı Bice tarafından hazırlanan 5. baskıda yeni hikmetler günümüz Türkçesi ile de yayınlanmıştır.)
  • Eser Karahanlı Türkçesinin Hakaniye lehçesiyle yazılmıştır.
  • İstifham (soru sorma) ve Tecahül-i Arif (bilip de bilmezlikten gelme) sanatları kullanılmıştır.
  • Ahmet Yesevi hikmetlerinin birleşmesiyle olmuştur ve Karahanlı Türkçesiyle söylemiştir.
  • Hikmetler dini tasavvufi şiirlerdir.
  • Peygamber Muhammed'in vefât yaşı olan 63 (Hicrî) yaşından sonra toprağın altında yaşamayı seçmiştir.
  • Allah'a yakın olma isteği vardır.
  • Şiirlerde ulusal ögeler (ölçü, nazım biçimi, yarım uyak) ile İslamlıktan gelme yabancı ögeler (din ve tasavvuf konuları, yabancı sözcükler) bir arada kullanılmıştır.
  • Eserin uyaklanışı abcd dddb eeeb şeklindedir. Dördüncü dizelerin birbiriyle uyaklı oluşu hatta zaman zaman aynen tekrarlanışı bu şiirlerin musiki ile okunmak için söylendiğini gösterir.
  • Divan-ı Hikmet'i Ahmet Yesevi yazmamıştır. Ahmet Yesevi'nin kurduğu tarikattaki Şaban Durmuş, Ahmet Yesevi'nin görüşlerini ve düşüncelerini kitap haline getirmiştir.
  • Eser 12. yy'a aittir ve manzum bir eserdir.
  • Ahmet Yesevî 63 (Hicrî) yaşından sonra çukur kazdırarak kendini toprağın altına kapatmış, inzivaya çekilmiş ve İslam peygamberi Muhammed gibi 63 (Hicrî) yaşında ölmek istemiştir ama 76 (Hicri) - 73 (Miladi) yaşında hayata veda etmiştir.
  • Türk edebiyatı tarihinde "Divan-ı Hikmet"in önemi İslamiyet'ten sonraki Türk edebiyatının daha önce yazılan Kutadgu Bilig'den sonraki bilinen en eski örneklerinden biri ve tasavvuf Türk edebiyatının ilk eseri oluşudur.
  • Lirik ve didaktik özellik gösterir.

17 Kasım 2015 Salı

Ünite 2 / İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI

Yaratılış destanı ( Altay-Yakut )

Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destanıdır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan Türk mitolojisi verileridir.



Yerkürenin Yaratılışı
Ak Ana

Altay yaratılış destanında başlangıçta her yerin sularla kaplı olduğu anlatılmaktadır. Tanrı Ülgen, kuşa dönüşerek suların üzerinde uçar ancak konacak bir yer bulamaz.Bunun üzerine gökten gelen bir ses tanrı Ülgen'e denizin içinden çıkan bir taşa konmasını söyler.Ülgen bu taşa konduğunda yerin ve göğün yaratılması gerektiğini düşünür ancak bunu nasıl yapacağını bilemez. Suların içinde yaşayan dişi ruh Ak Ana, Ülgen'e yaratılışı nasıl gerçekleştireceğini anlatır.Onun yardımıyla işe başlayan tanrı önce yeri, ardından göğü yaratmıştır.Ardından da dünyanın dengesini sağlaması için üç balık yaratmış.Balıklar dünyayı alttan destekleyerek başıboş gezmesine engel olmuşlar.


İnsanın Yaratılışı

Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan Erlik Ülgen'e ihanet edecektir.

Erlik Han kötülük tanrısıdır.dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış bunun sonucunda Tengri de onu ceza olarak yeraltı aleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüş bir tahtın üzerinde oturur. Emrinde dokuz semerli boğası olan Erlik Han yeraltı aleminde kendine koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. 





Şu destanı (Sakalar)

Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya doğru yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların  Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır.Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir hayatı, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları anlatır. Şu destanında, Makedonya kralı İskender ile Turan hükümdarı Şu’nun ordularının Fergana vadisinde karşılaşmış olmaları, Türk kültürüyle Batı kültürünün M.Ö. 4. yüzyılda tanışmış ve birbirleriyle bilgi alış verişinde bulunmuş olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, Türklerde ad verme geleneğinden 24 Oğuz boyunun oluşumuna, Oğuzların ilk atası Oğuz Han’ın mevcudiyetinin M.Ö. 7. yüzyılda görülebileceğine kadar birçok önemli bilgiyle Şu destanında buluşmak mümkündür 



24 Oğuz boyu





Alp Er Tunga (Sakalar)
Alp Er Tunga
Bu destanda Saka hakanı Alp Er Tunga‘nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi’nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı‘nın tümü elimiz­de yoktur.

Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür.
Alp Er Tonga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes, İran ve İslâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip’e göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı “Efrasiyab”dır.Firdevsî’nin Şehnamesi’nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb’ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig’in şu mısralarından anlıyoruz:

Bu Türk beğlerinde adı belgülüg
Tunga Al Er irdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tajikler ayur ânı Afrâsyâb
Bu Afrâsyâb tutdı iller talab
Tajikler bitimiş bitigde mum
Bitigde yok erse kim ukgay ânı?
(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut’u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)






















Oğuz Kağan Destanı (Hun)


Bir çocuk doğdu ve çocuğa Oğuz adı verilir. Bu çocuk çok kısa bir sürede büyür, yiğit olur. O çağda, halka zarar veren bir canavar vardı. Oğuz bu canavarı avlamak istedi. Günlerden bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş.Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti.Tan ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti. Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı göktenbir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
     Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.
     Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
Bu bildirilerde şöyle yazılıydı: "Ben Uygurlar'ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim".
    Oğuz Kağan dünyanın dört bir tarafına ordularıyla gider, karşılaştığı yerlerdeki Türk boylarına isimler verir ve birçok ülkeyi pek çok çarpışmadan sonra ve kendi yurduna katar.
Oğuz Kağan ihtiyarlayınca yurdunu "Boz Oklar" ve "Üç Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı.


Oğuz Kağan'ın Oğulları











Atilla Destanı (Avrupa Hun) 



Atilla'nın hayat hikayesini anlatmaktadır.
Babası Muncuk Han (Boncuk Han)'dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken bulmuş ve yanına almıştır. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu'yla ittifak yapan Atilla, bir süreliğine Roma'ya Flavius Aetius'un davetlisi olarak gitmiştir. Rua'nın ölümü üzerine, kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu'nun ortak hükümdarı olmuştur. Bleda 445 yılında ölünce, Atilla tek başına Hun hükümdarı olmuştur. Daha sonra aşık olduğu esir kızla (Nakara) evlenen Atilla'nın bir oğlu olmuş, eşi Nakara doğum sırasında hayatını kaybetmiştir.

Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarına sık sık sefer düzenleyen Atilla, Orta Çağ batı kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa'da "Tanrının Kırbacı" denilirdi.

Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Atilla, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardır. Atilla'nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Atilla, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başkenti olan Etzelburg adının buradan geldiği bilinmektedir. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşında Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür. Atila ordusunu dinlendirerek kaçan Aetus'u takip etmedi.


1380 yılında yazılan Chronicum Pictum elyazmasına göre Atilla.
Batı Roma İmparatorluğu'na sefer yaparken Papa'nın araya girmesiyle Atilla Roma seferini durdurdu ve Romalıları haraca bağladı. Atilla M.S. 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.





Bozkurt Destanı (Gök Türk)

Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır. Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acırlar ve öldürmezler. Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olur ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt hamile kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Zamanla her birinden bir soy türer.




Ergenekon (Göktürk)

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han,Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han'ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.
Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı'ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere "maden yeri" anlamında "Ergene Kon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon'a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Dem
irin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.
Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak dövdüler.




Türeyiş - Göç Destanı (Uygur)

Uygur hakanı kızlarını insanlarla evlendirmeye kıyamaz. Tanrı’ya kızlarıyla evlenmesi için yalvarır. Tanrı da kurt suretinde görünerek hakanın kızlarıyla evlenir. Bu evlilikten “Dokuz Oğuz” ve “On Uygur” boyları oluşmuştur.
Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini sanıyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya getirdi.
Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğunu sanarak kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi. Göç Destanı Uygurların yurdunda “Hulin” isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki nehir çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşları bitirmek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.