17 Kasım 2015 Salı

Ünite 2 / İSLAMİYET ÖNCESİ TÜRK DESTANLARI

Yaratılış destanı ( Altay-Yakut )

Türklerin Altay-Yakut zamanında çıkan bir destanıdır. Ayrıca ilk Türk destanlarından olma özelliğine de sahiptir. Asya kıtasının çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk boyları ve Altay Türkleri arasında söylenmektedir. Türk destanları arasında en eskisidir. Radloff tarafından saptanıp yazıya geçirilmiştir. Kahramanlarının olağanüstü eylemlerini coşkulu, törensel bir üslupla anlatan ve genellikle birkaç bölümden oluşan manzum yapıtlardır. Bilinen en eski edebiyat türlerinden biridir. Altay Dağları'nda söylenen yaratılış ve türeyiş destanları, değil yalnız Türklerin; bütün Orta Asya ile Sibirya'nın bile, en gelişmiş ve üzerinde ilgi ile durulan Türk mitolojisi verileridir.



Yerkürenin Yaratılışı
Ak Ana

Altay yaratılış destanında başlangıçta her yerin sularla kaplı olduğu anlatılmaktadır. Tanrı Ülgen, kuşa dönüşerek suların üzerinde uçar ancak konacak bir yer bulamaz.Bunun üzerine gökten gelen bir ses tanrı Ülgen'e denizin içinden çıkan bir taşa konmasını söyler.Ülgen bu taşa konduğunda yerin ve göğün yaratılması gerektiğini düşünür ancak bunu nasıl yapacağını bilemez. Suların içinde yaşayan dişi ruh Ak Ana, Ülgen'e yaratılışı nasıl gerçekleştireceğini anlatır.Onun yardımıyla işe başlayan tanrı önce yeri, ardından göğü yaratmıştır.Ardından da dünyanın dengesini sağlaması için üç balık yaratmış.Balıklar dünyayı alttan destekleyerek başıboş gezmesine engel olmuşlar.


İnsanın Yaratılışı

Altay efsanelerinde, büyük bir okyanusun ve suyun esas olmasına rağmen, onlara göre insanoğlu, sudan yaratılmamıştı: İnsanoğlu aslı yine topraktı Tanrı Ülgen deniz üstünde gezerken yüzen bir kara parçası görür. Yaklaştığında toprağın üstünde balçığı farkeder. Düşünür ki bu insan olsun o düşündükçe çamur insan suretine bürünür. Hikayenin devamında bu ilk insan olan Erlik Ülgen'e ihanet edecektir.

Erlik Han kötülük tanrısıdır.dünyanın yaradılışında Tengri'ye karşı fenalık yapmış bunun sonucunda Tengri de onu ceza olarak yeraltı aleminin efendisi yapmıştır. Erlik Han, yeraltı Aleminin en alt katında yeşil demirden bir sarayda, gümüş bir tahtın üzerinde oturur. Emrinde dokuz semerli boğası olan Erlik Han yeraltı aleminde kendine koyu kırmızı ve çok az ışık veren bir güneş yaratmıştır. 





Şu destanı (Sakalar)

Destanda Makedonyalı İskender'in, İran üzerinden Asya'ya doğru yürürken yapılan savaşları ve bu savaşların  Türklerle ilgili bölümü anlatılmaktadır.Türk boylarının oluşumu, Türklerin şehir hayatı, aynı zamanda milletini geçici bir işgalden mümkün olduğu kadar can ve mal kaybına uğratmadan kurtarmak için düşünen bir Hakanın kaygıları anlatır. Şu destanında, Makedonya kralı İskender ile Turan hükümdarı Şu’nun ordularının Fergana vadisinde karşılaşmış olmaları, Türk kültürüyle Batı kültürünün M.Ö. 4. yüzyılda tanışmış ve birbirleriyle bilgi alış verişinde bulunmuş olduklarını göstermesi bakımından önemlidir. Ayrıca, Türklerde ad verme geleneğinden 24 Oğuz boyunun oluşumuna, Oğuzların ilk atası Oğuz Han’ın mevcudiyetinin M.Ö. 7. yüzyılda görülebileceğine kadar birçok önemli bilgiyle Şu destanında buluşmak mümkündür 



24 Oğuz boyu





Alp Er Tunga (Sakalar)
Alp Er Tunga
Bu destanda Saka hakanı Alp Er Tunga‘nın İranlılarla yaptığı savaşlar anlatılır. Bu konudaki bilgiler, Firdevsi’nin Şehnamesine dayanmaktadır. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig adlı yapıtında bu kahramanla ilgili beyitler bulunmaktadır. Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lügati’t Türk adlı yapıtında da kahramanla ilgili sagu vardır. Alp Er Tunga Destanı‘nın tümü elimiz­de yoktur.

Alp Er Tunga’nın hayatı savaşlarla geçmiştir. Uzun süre mücadele ettiği İranlı Medlerin hükümdarı Keyhusrev ‘in davetinde hile ile öldürülmüştür.
Alp Er Tonga, Asur kaynaklarında Maduva, Heredot’ta Madyes, İran ve İslâm kaynaklarında Efrasyab adlarıyla anılmaktadır. Orhun Yazıtlarında “Dokuz Oğuzlar” arasında “Er Tunga” adına yapılan “yuğ” merasiminden söz edilmektedir. Turfan şehrinin batısında bulunan “Bezegelik” mabedinin duvarında da Alp Er Tunga’nın kanlı resmi bulunmaktadır. “Divan ü Lügat-it Türk” ün yazarı Kaşgarlı Mahmud’a ve ” Kutadgu Bilig” yazarı Yusuf Has Hacip’e göre “Alp Er Tunga” iran destanı “şehname” deki büyük ve efsanevî Turan hükümdarı “Efrasiyab”dır.Firdevsî’nin Şehnamesi’nde uzunca bir yer verilen Afrâsyâb’ın aslında Alp Er Tunga olduğunu, Kutadgu Bilig’in şu mısralarından anlıyoruz:

Bu Türk beğlerinde adı belgülüg
Tunga Al Er irdi kutı belgülüg
Bedük bilgi birle öküş erdemi
Biliglig ukuşlug budun ködremi
Tajikler ayur ânı Afrâsyâb
Bu Afrâsyâb tutdı iller talab
Tajikler bitimiş bitigde mum
Bitigde yok erse kim ukgay ânı?
(Bu Türk beğleri içinde adı belli, kut’u belli Alp Er Tunga, büyük ve erdemli bir hükümdardır. Çok bilgili, meziyetli bir büyüktür. Tajikler (İranlılar) ona Afrâsyâb diyorlar. Bu Afrâsyâb, baskın ve yağmalarla illeri (dünyayı) tuttu. Tajikler bunu kitapta yazmışlar. Kitapta yok olsaydı bunu kim anlardı?)






















Oğuz Kağan Destanı (Hun)


Bir çocuk doğdu ve çocuğa Oğuz adı verilir. Bu çocuk çok kısa bir sürede büyür, yiğit olur. O çağda, halka zarar veren bir canavar vardı. Oğuz bu canavarı avlamak istedi. Günlerden bir gün kargı, yay, ok, kılıç ve kalkanla ava gitti. Ormanda bir geyik ele geçirdi, onu söğüt dalı ile bir ağaca bağladı ve oradan uzaklaştı. Tan ağarırken gelip gördü ki canavar geyiği yemiş.Sonra Oğuz Kağan bir ayı tuttu, onu altın kuşağı ile ağaca bağladı gitti.Tan ağarırken geldiği zaman canavarın ayıyı da yiyip gittiğini anladı. Bu kez o ağacın dibinde kendisi durdu. Canavar geldi ve başı ile Oğuz'un kalkanına vurdu. Oğuz kargı ile canavarı öldürdü. Kılıcı ile başını kesti, alıp gitti. Yine günlerden bir gün Oğuz Kağan bir yerde Tanrıya yalvarmakta idi. Karanlık bastı göktenbir ışık indi. Güneşten ve aydan daha parlaktı. Oğuz Kağan oraya yürüdü ve gördü ki o ışığın içinde yalnız oturan bir kız vardı. Oğuz Kağan onu görünce aklı gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gün, ikincisine Ay, üçüncüsüne Yıldız adını koydular.
     Yine bir gün Oğuz Kağan ava gitti. Göl ortasında ağacın kabuğunda yalnız başına oturan çok güzel bir kız gördü. Oğuz Kağan onu görünce aklı başından gitti; sevdi ve aldı. Günlerden ve gecelerden sonra kız, üç erkek çocuk doğurdu. Birincisine Gök, ikincisine Dağ, üçüncüsüne Deniz adını koydular.
     Bundan sonra Oğuz Kağan büyük bir şölen verdi. Oğuz Kağan kırk masa ve kırk sıra yaptırdı. Türlü yemekler, türlü şaraplar, tatlılar ve kımızlar yediler içtiler. Ondan sonra Oğuz Kağan dört yana buyruklar yolladı, bildiriler yazdı ve elçilere verip gönderdi.
Bu bildirilerde şöyle yazılıydı: "Ben Uygurlar'ın kağanıyım ve yeryüzünün dört köşesinin kağanı olsam gerektir. Sizden itaat dilerim".
    Oğuz Kağan dünyanın dört bir tarafına ordularıyla gider, karşılaştığı yerlerdeki Türk boylarına isimler verir ve birçok ülkeyi pek çok çarpışmadan sonra ve kendi yurduna katar.
Oğuz Kağan ihtiyarlayınca yurdunu "Boz Oklar" ve "Üç Oklar" diye anılan oğulları arasında paylaştırdı.


Oğuz Kağan'ın Oğulları











Atilla Destanı (Avrupa Hun) 



Atilla'nın hayat hikayesini anlatmaktadır.
Babası Muncuk Han (Boncuk Han)'dır. Amcası Rua, onu babası öldükten sonra bozkırda tek başına yaşamaya çalışırken bulmuş ve yanına almıştır. Vizigotlara karşı Roma İmparatorluğu'yla ittifak yapan Atilla, bir süreliğine Roma'ya Flavius Aetius'un davetlisi olarak gitmiştir. Rua'nın ölümü üzerine, kardeşi Bleda ile birlikte Hun İmparatorluğu'nun ortak hükümdarı olmuştur. Bleda 445 yılında ölünce, Atilla tek başına Hun hükümdarı olmuştur. Daha sonra aşık olduğu esir kızla (Nakara) evlenen Atilla'nın bir oğlu olmuş, eşi Nakara doğum sırasında hayatını kaybetmiştir.

Hükümdarlığı boyunca ordusu ile Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarına sık sık sefer düzenleyen Atilla, Orta Çağ batı kaynaklarında acımasızlığı ile anılır. Bu nedenle de Avrupa'da "Tanrının Kırbacı" denilirdi.

Buna karşılık Germen (Alman) efsanelerinde Atilla, çok büyük ve iyiliksever bir hükümdardır. Atilla'nın sarayında birçok Germen hükümdarı yaşar. Nibelungen Destanı, Hun-Germen mücadelelerinden meydana gelir. Bu hikâyelerde Atilla, Etzel adında büyük otoriteye sahip, barışsever ve yalnız asilere karşı kılıç kuşanan asil ruhlu bir hükümdardır. Avrupa Hun İmparatorluğu'nun başkenti olan Etzelburg adının buradan geldiği bilinmektedir. Aetus ile yaptığı Katalon Savaşında Roma ordusu dağılmış, Batı Got kralı Theodeirch ölmüştür. Atila ordusunu dinlendirerek kaçan Aetus'u takip etmedi.


1380 yılında yazılan Chronicum Pictum elyazmasına göre Atilla.
Batı Roma İmparatorluğu'na sefer yaparken Papa'nın araya girmesiyle Atilla Roma seferini durdurdu ve Romalıları haraca bağladı. Atilla M.S. 453 yılında son eşi tarafından gerdek gecesi öldürüldü.





Bozkurt Destanı (Gök Türk)

Göktürkler eski Hunların soylarından gelirler ve onların bir koludurlar. Kendileri ise Aşina (A-shih-na) adlı bir aileden türemişlerdir. Sonradan çoğalarak ayrı oymaklar halinde yaşamaya başladılar. Daha sonra Lin adını taşıtan bir ülke tarafından mağlup edildiler. Mağlubiyetten sonra Göktürkler, soyca yok edildiler. Tamamen öldürülen Göktürkler içinde, yalnızca on yaşında bir çocuk sağ kalır. Lin memleketinin askerleri, çocuğun çok küçük olduğunu görünce, ona acırlar ve öldürmezler. Çocuğun el ve ayaklarını keserek bir bataklığa bırakırlar. Bu sırada çocuğun etrafında bir dişi kurt peyda olur ve çocuğu besler. Bir süre sonra kurt hamile kalır ve bir mağaranın içinde on çocuk doğurur. Zamanla bu on çocuk büyür ve evlenir. Zamanla her birinden bir soy türer.




Ergenekon (Göktürk)

Moğol ilinde Oğuz Han soyundan İl Han'ın hükümdarlığı sırasında Tatarların hükümdarı Sevinç Han,Moğol ülkesine savaş açtı. İl Han'ın idaresindeki orduyu Kırgızlar ve diğer boylardan da yardım alarak yendi. İl Han'ın ülkesindeki herkesi öldürdüler. Yalnız İl Han'ın küçük oğlu Kıyan, eşi Nüküz ve yeğeni ile kaçıp kurtulmayı başardılar. Düşmanın, onları bulamayacağı bir yere gitmeye karar verdiler.
Yabanî koyunların yürüdüğü bir yolu izleyerek yüksek bir dağda dar bir geçite vardılar. Bu geçitten geçerek içinde akarsular, pınarlar, çeşitli bitkiler, çayırlar, meyve ağaçları, çeşitli avların bulunduğu bir yere gelince Tanrı'ya şükrettiler ve burada kalmaya karar verdiler. Bu yere "maden yeri" anlamında "Ergene Kon" adını verdiler. Kıyan ve Nüküz'ün oğulları çoğaldı. Dört yüzyıl sonra kendileri ve sürüleri o kadar çoğaldılar ki, Ergenekon'a sığamadılar. Atalarının buraya geldiği geçidin yeri unutulmuştu. Ergenekon'un çevresindeki dağlarda geçit aradılar. Bir demirci, dağın demir kısmı eritilirse yol açılabileceğini söyledi. Dem
irin bulunduğu yere bir sıra odun, bir sıra kömür dizdiler ve ateşi yaktılar.
Yetmiş yere koydukları yetmiş körükle hep birden körüklediler. Demir eridi, yüklü bir deve geçecek kadar yer açıldı. İl Han'ın soyundan gelen Türkler yeniden güçlenmiş olarak eski yurtlarına döndüler, atalarının intikamını aldılar. Ergenekon'dan çıktıkları gün olan 21 Mart'ta her yıl bayram yaptılar. Bu bayramda bir demir parçasını kızdırdılar, demir kıpkırmızı olunca önce Hakan, daha sonra beyler demiri örsün üstüne koyarak dövdüler.




Türeyiş - Göç Destanı (Uygur)

Uygur hakanı kızlarını insanlarla evlendirmeye kıyamaz. Tanrı’ya kızlarıyla evlenmesi için yalvarır. Tanrı da kurt suretinde görünerek hakanın kızlarıyla evlenir. Bu evlilikten “Dokuz Oğuz” ve “On Uygur” boyları oluşmuştur.
Hun beylerinden birinin çok güzel iki kızı vardı. Bu bey kızları ile ancak Tanrıların evlenebileceğini sanıyordu. Bu sebeple ülkesinin kuzey tarafında yüksek bir kule yaptırarak iki güzel kızını Tanrılarla evlenmek üzere buraya getirdi.
Bir süre sonra kuleye gelen bir kurdun Tanrı olduğunu sanarak kızlar bu kurtla evlendiler. Bu evlenmeden doğan Dokuz Oğuzların sesi kurt sesine benzerdi. Göç Destanı Uygurların yurdunda “Hulin” isimli bir dağ vardı. Bu dağdan Tuğla ve Selenge isimli iki nehir çıkardı. Bir gece oradaki bir ağacın üzerine gökten ilâhi bir ışık indi. İki ırmak arasında yaşayan halk bunu dikkatle izlediler. Ağacın gövdesinde şişkinlik oluştu, ilâhi ışık dokuz ay on gün şişkinlik üzerinde durdu. Ağacın gövdesi yarıldı ve içinden beş çocuk göründü. Bu ülkenin halkı bu çocukları büyüttü. En küçükleri olan Buğu Han büyüyünce hükümdar oldu. Ülke zengin halk mutlu oldu. Çok zaman geçti. Yuluğ Tiğin isimli bir prens hükümdar oldu.
Çinlilerle çok savaştı. Bu savaşları bitirmek için Oğlu Galı Tigini bir Çin prensesi ile evlendirmeye karar verdi. Çinliler, prensese karşılık hükümdardan Tanrı dağının eteğindeki Kutlu Dağ adını taşıyan kayayı istediler. Gali Tigin kayayı verdi. Çinliler kayayı götürmek için kayanın etrafında ateş yaktılar, kaya kızınca üzerine sirke döktüler. Ufak parçalara ayrılan kayayı arabalara koyarak Çin’e taşıdılar. Memleketteki bütün kuşlar, hayvanlar kendi dilleriyle bu kayanın gidişine ağladılar. Bundan yedi gün sonra da Gali Tigin öldü. Kıtlık ve kuraklık oldu. Yurtlarını bırakarak göç etmek zorunda kaldılar.

Ünite 2 / OLAY ÇEVRESİNDE OLUŞAN METİNLER

Destan

Destanlar henüz aklın ve bilimin toplum hayatına tam anlamıyla hâkim olmadığı ilk çağlarda ortaya çıkmış sözlü edebiyat ürünleridir. Milletleri derinden etkileyen tarihî ve sosyal olayları anlatan edebî eserlere destan adı verildiğini biliyoruz. Bu tür edebî eserler deprem, bulaşıcı hastalık, kuraklık, kıtlık, yangın, göçler, savaşlar ve istilâlar gibi önemli olayların etkisiyle tarihin eski çağlarında meydana gelmiştir.

Destan ile Efsanenin Farkı
Efsane, halkın hayal gücüyle oluşturduğu “ideal insan tipi”ni dile getirir ve nesilden nesle anlatılır. Ayrıca efsanelerde insanın kendisi dışındaki varlıklar veya kendisi dışında var olduğuna inandığı her şeyi anlama, açıklama söz konusudur. Bu açıklama, bir bilgiye veya belgeye değil, hayal gücüne dayanır. Destanlar ise toplumsal hayatta derin iz bırakan yaşanmış olaylardan beslenir

Destanlar üç safhada oluşur:
  1. Doğuş Safhası: Bu safhada milletin hayatında iz bırakan önemli tarihî ve sosyal olaylar, bu olaylar içinde yüceltilmiş efsanevî kahramanlar görülür.
  2. Yayılma Safhası: Bu safhada, söz konusu olay ve kahramanlıklar, sözlü gelenek yoluyla yayılır. Böylece bölgeden bölgeye ve nesilden nesle geçer.
  3. Derleme (yazıya geçirme) Safhası: Bu safhada, sözlü gelenekte yaşayan destanı, güçlü bir şair, bir bütün hâlinde derleyip manzum olarak yazıya geçirir. Çoğu zaman bu destanların kim tarafından derlendiği ve yazıya geçirildiği belli değildir.


Destanlar “doğal (tabiî) destanlar” ve “yapma (yapay) destanlar” olmak üzere ikiye ayrılır.

a- Doğal (sözlü) destanlar: Toplumun ortak malı olan ve birtakım olaylar sonucu kendiliğinden oluşan destanlardır. Doğal destanların söyleyeni belli değildir. Bu destanlar yazının henüz bulunmadığı ve yaygınlaşmadığı bir kültürde doğup kuşaktan kuşağa sözlü olarak aktarıldıktan sonra yazıya geçirilmiştir. Doğal destanlar, ozan ve şarkıcıların değişik zamanlarda söylediği şarkı ve şiirlerin bütünleşerek işlenmesiyle oluşturulur.

b. Yapma (edebî) destanlar: Bir şairin, toplumu etkileyen herhangi bir olayı tabiî destanlara benzeterek söylemesi sonucu oluşan destanlardır. Bunlar, belirli bir yazar tarafından eski örneklere uygun olarak ve okunmak üzere kaleme alınmış destanlardır.



Destanların Genel Özellikleri
  • Anonimdirler.
  • Genellikle manzumdurlar. Az olmakla beraber nazım-nesir karışık olan destanlar da vardır. Bazıları, manzum şekilleri unutularak günümüze nesir hâlinde ulaşmıştır.
  • Olağan ve olağanüstü olaylar iç içedir.
  • Destan kahramanları olağanüstü özelliklere sahiptir.
  • Destanlar, tarihî ve sosyal olaylardan doğarlar. Bu eserlerde genellikle, yiğitlik, aşk, dostluk, ölüm ve yurt sevgisi gibi temalar işlenir.
  • Bir edebiyat türü olan destan, zamanla asıl anlamını yitirmiş, âşık edebiyatında savaşları, ünlü kişileri, gülünç olayları anlatan eserlere de destan denilmiştir.

DÜNYA EDEBİYATINDA DESTAN


  • Dünya edebiyatında doğal destan olarak özellikle “Gılgamış Destanı" ile “İlyada ve Odysseia” destanı öne çıkmaktadır.
  • Bilinen en eski destan olan “Gılgamış Destanı" MÖ. 3000 yıllarında Mezopotamya’da ortaya çıkmıştır.
  • Eski Yunan Tarihçisi Homeros’un aktardığı destanlar olarak bilinen “İlyada ve Odysseia”nın ise MÖ. 11-12’nci yüzyıllarda geçtiği sanılmaktadır. Özellikle Odysseia, Yunan tragedyası ve Batı edebiyatının önemli bir kaynağıdır.


Dünya Edebiyatındaki Doğal Destanlar


  • Yunan edebiyatı: İlyada ve Odysseia (Homeros): Yunanlıların Troia Savaşı’na gidiş ve dönüşlerini anlatır.
  • İran Edebiyatı:Şehname (Firdevsi): İran-Turan mücadelelerini, İran’ın ulusal kahramanı Rüstem’in yiğitliklerini ve Büyük İskender’in İran’ı işgalini anlatır.
  • Fin Edebiyatı:Kalevela (Lönrot): Doğaya karşı savaşan Finlilerin erdemlerini, bilgeliklerini anlatır.
  • Hint Edebiyatı: Mahabharata: Kaurava’nın Pandavalara karşı savaşlarını Krişna ve Arcuna’nın kahramanlıklarını anlatır.Ramayana: Ayadhya prensi Rama’nın yaşamını anlatır.
  • Alman Edebiyatı: Nibelungen: 5. yüzyılın ilk yarısındaki Hun-Germen savaşlarını anlatır.
  • İngiliz Edebiyatı: Beowulf: Yiğit Beowulf ve arkadaşlarının bir canavarla mücadelesini anlatır.
  • Rus Edebiyatı: İgor: 12. yüzyılda Kıpçak Türkleriyle Rusların yaptıkları savaşları anlatır.
  • İspanyol Edebiyatı: La Cid: İspanyolların ulusal kahramanı Rodrigo’nun 11. yüzyılda Araplarla mücadelesini anlatır.
  • Fransız Edebiyatı: Chansen de Röland: Charlemagne döneminde Müslümanlarla yapılan savaşları anlatır.
  • Dünya Edebiyatındaki Yapma Destanlar
  • Latin Edebiyatı: Aeneis (Vergilius): Troia hükümdarı Priamos’un yeğeni Aeneis’in Roma’yı kurması anlatılır.
  • Fransız Edebiyatı: Henriade (Voltaire): 16. yüzyıldaki din ve mezhep savaşları anlatılır.
  • Portekiz Edebiyatı: Os Lusiadas (Camoens): Vasco de Gama’nın seferleri anlatılır.
  • İngiliz Edebiyatı: Kaybolmuş Cennet (J. Milton): Âdem’le Havva’nın cennetten yeryüzüne inişleri anlatılır.
  • İtalyan Edebiyatı: Kurtarılmış Kudüs (T. Tasso): I. Haçlı Seferi’nde Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında geçen savaşlar anlatılır. İlahi Komedya (Dante): Öteki dünyada (ahirette) Dante’ nin yaptığı 7 günlük gezi anlatılır. Çılgın Orlando (Ariosto): Charlemagne döneminde Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında geçen savaşlar anlatılır.
  • Türk Edebiyatı: Üç Şehitler Destanı (F. H. Dağlarca): Kurtuluş Savaşı’ndan bazı olaylar anlatılır.








Ünite 2

a-) Coşku ve Heyecanı Dile Getiren Metinler

Koşuk:

Eski Türklerde eğlencelerde söylenen, genellikle aşk, doğa ve yiğitlik konularını işleyen, “kopuz” adı verilen çalgı eşliğinde söylenen şiirlere “koşuk” adı verilir.
Eski Türkler yılda bir kez, belli dönemlerde, “sığır” adını verdikleri kutsal av törenleri düzenlerlerdi. “Şölen” adı verilen ziyafetlerde ve kazanılan savaşlardan sonra bütün boyların erkekleri bir araya gelerek eğlenirdi.

Koşukların Genel Özellikleri:
  • Hece vezniyle söylenen bu şiirlerde genellikle yarım kafiye kullanılmıştır.
  • Dörtlük nazım birimiyle yazılan bu şiirlerin uyak düzeni (aaab cccb dddb) şeklindedir.
  • Koşuk; söyleyiş biçimi, söylenme ortamı, zamanı ve şekil özellikleri bakımından, Âşık edebiyatı nazım şekillerinden koşma’yla; Divan edebiyatı nazım şekillerinden gazel ile büyük benzerlikler göstermektedir.

Divanü Lügat-it Türk'ten bir koşuk örneği


Sagu:

Eski Türklerde sevilen, sayılan bir kişinin ölümünden sonra düzenlenen cenaze törenine “yuğ töreni”, bu törenlerde söylenen şiirlere “sagu” adı verilmiştir.
                                     
  • 7’li hece ölçüsü ile söylenip kafiye şeması aaab şeklindedir.
  • Nazım birimi dörtlüktür.
  • Sagular da koşuklar gibi “kopuz” eşliğinde söylenmiştir.
  • Ölen kişinin yiğitliğini, yaptığı işleri, değerini anlatan, ölümünden doğan acıyı dile getiren sagular, bir tür “ağıt”tır.
  • Sagular, sanat kaygısından uzaktır. Samimi bir dille söylenmiştir.
  • Sagular, koşuk nazım şekliyle söylenir. Divan-ı Lûgati’t Türk’te yer alan Alp Er Tunga sagusu, bu türün önemli bir örneğidir. Bu sagunun tamamı on iki dörtlüktür.
  • Sagular, sözlü edebiyat döneminin ürünlerindendir.
  • Sagunun Halk edebiyatındaki karşılığına ağıt; Divan edebiyatındaki karşılığına ise mersiye adı verilir.
  • Geçmişte bu şiirlerde, ölen bir devlet adamının, bir kahramanın veya sevilen herhangi bir kimsenin ölümünden duyulan bir üzüntü dile getirilirken, günümüzde ise her insan için söylenebilmektedir.

Sav:

Bugünkü atasözlerinin ilk halidir.  Yaşamla, toplumla, insan doğasıyla ilgili öğütler verilir. Divan edebiyatında “darb-ı mesel” adını alır.
  • Ermegüge bulut yük bolur. (Tembele bulut yük olur.)
  • Yıgaç ucuga yıl teger, körglüg kişige söz değer (Ağaç ucuna yel değer, güzel kişiye söz değer.)

2.Ünite / DESTAN DÖNEMİ

Destan Dönemi      

İnsanların doğa olaylarına duydukları hayranlık mitleri, masal ve destanları oluşturmuştur. Mitler, ilkel insan topluluklarının, evreni, dünyayı ve doğa olaylarını yorumlamak, henüz sırrını çözemedikleri hayatın ve evrenin çeşitli görüntülerini bir anlama bağlamak ihtiyacından doğmuş hikâyelerdir. Destan döneminin ve mitlerin özellikleri şunlardır:
  • Mitler destan döneminde ortaya çıkmıştır.
  • Destan döneminde bilimle evreni henüz anlayamayan insanların deprem, şimşek, yankı, rüzgâr, uyku gibi doğal olaylara göç, savaş, işgal gibi sarsıcı olaylara düş yoluyla olağanüstü nitelikler kazandırmaları mitolojik ögeleri oluşturmuştur.
  • Destanlarda da mitolojik ögelerin etkisi vardır.
  • Destan dönemi bütün milletlerde yaşanmıştır. Bundan    dolayı birbirinden uzak milletlerin destanlarında veya efsanelerinde aynı konular işlenmiştir.
  • Milletler, mitolojik motiflerle süsledikleri geçmişlerini destanlar yardımıyla ifade ederler.
  • Destan döneminde ayrıca, destanları oluşturan çekirdek olaylar yaşanmıştır.

               Bütün milletlerde benzer ve farklı mitolojik unsurlar görülür. Bütün bu unsurlar evreni anlamak isteyen ilkel insanın arayışının ürünüdür.             
Türk mitolojisinde bozkurt, ay, yıldız, su, ışık, ağaç, demir, Hayat Ağacı gibi doğayla ilişkili mitolojik unsurlar varken Yunan mitolojisinde insan öğesinin önemi dikkat çekmektedir. Zeus (Göğün, yıldırımın hükümdarı, tanrıların tanrısı), Posedion (Denizlerin ve suların tanrısı), Hades (Ölüm ülkesi, yeraltı tanrısı) Eros (Aşk tanrısı) gibi tanrılar, insan biçimindedir ve yaşantı ve eylemleri insanlar tarafından bilinir. Çin mitolojisinde doğaüstü bir canlı olan ejderha ve dengeli etkileşimleriyle dünyanın varlıkların devamını sağlayan “Yin – Yang” olarak adlandırılan iki evrensel güç dikkat çekmektedir. İran mitolojisinde Rüstem, hükümdar Dahhak gibi olağanüstü özellikleri olan mitolojik karakterler ve Simurg, Huma gibi kuşlar öne çıkar.
Bir millete has özellikler taşıyan mitolojik unsurların yanında farklı milletlerde ortak özelliklere sahip mitolojik unsurlar da görülür. Örneğin Yunan mitolojisindeki eşsiz ve yenilmez kahraman örneği olan Herkül’le İran mitolojisindeki Rüstem normal bir insanın gücünün çok ötesindeki özellikleriyle benzerlik taşır. Bununla birlikte Türk mitolojisinde tanrı, soğuktan donmak üzere olan insanlara acıdığı için “ateş”i verirken Yunan mitolojisinde tanrılar insanların donmasına seyirci kalır ve ateşi insanlara vermezler, Promete, ateşi tanrılardan çalarak insanlığa hediye eder.

Destanların Anlatıcıcısı ve Destan Dili
Şaman
Bu dönemde Türk boylarında “ozan, baksı, kam, şaman” gibi isimlerle anılan bir sanatçı tipi vardır ki bunlar, sadece sanatçı kimliği olan kişiler değildir. Bunlar; “müzisyenlik, bilim adamlığı, din adamlığı, hekimlik, kâhinlik” vb. gibi pek çok özelliklere sahiptirler. Bunlar “sığır, şölen, yuğ” gibi törenlerin baş aktörleridir. Bu kişiler törenleri idare etmişler, törenlerin niteliğine göre sagu ve koşuk söylemişlerdir. Destan da anlatan bu kişilere “ırcı”, “yıra”, “destancı” adı da verilmiştir.
Genel olarak “ozan” adıyla bilinen bu sanatçılar, sözlü edebiyat ürünlerini özel zamanlarda kopuz eşliğinde okumuşlardır. Bu ürünler zamanla tören ortamlarından ayrılarak bağımsız bir dil hâlini almaya başlamıştır. Böylece halk edebiyatının ilk örnekleri oluşmuştur.
Destan döneminde Türkçe katışıksız, yalın özellikler taşır. Yabancı sözcükler çok azdır; çünkü bu dönem, edebiyatımızın yabancı etkisinde kalmayan dönemidir. Orta Asya Türkleri, ana dillerini işlemiş, yazı dilimizi hazırlamışlardır. Bu dönemde sözdizimi, yalın ve açıktır.

Destanların Özellikleri
Göç Destanı
  • Destanlar Türk Edebiyatının ilk örnek metinleridir.
  • Milletlerin toplumu derinden etkileyen, tarihî öneme sahip önemli olaylarını (doğal afetler, savaşlar, göç, yangın vb.) konu edinirler.
  • Manzum ve uzun hikâyelerdir.
  • Olağanüstü olaylar ve olağanüstü özelliklere sahip kahra­manlar vardır.
  • Destanlar ağızdan ağıza dolaşmak suretiyle oluşmuştur ve ilk söyleyeni belli değildir. Bunun için de anonim ve sözlü edebiyat ürünleridir.
  • Destanlarda anlatılan olayların geçtiği yer ve zaman bilin­memektedir.
  • Kahramanlar seçkin kişilerdir. (Kral, Han, Hakan vb.) Lider ve kurtarıcı rolündedir.
  • Ait oldukları ulusun ortak görüşlerini yansıtır.
  • Ulusal dilde ve ulusal nazım ölçüsüyle söylenir.
  • Konuları savaş, deprem, yangın, mizah, ünlü kişilerin ya­şamlarıdır.
Destan Döneminin Özellikleri
    Eski Türklerin şiirlerinde kahramanlık, cesaret, binicilik, at sevgisi, askerlik, savaş, aşk ve tabiat işlenen başlıca konulardır.
    İslamlık öncesi Orta Asya Türk şiirinin Divan-ı Lügat-it Türk dışında bulunan en dikkate değer örneklerini Uygur alfabeli Turfan metinlerinde görüyoruz.
    Turfan metin örneği


    Eski Türk şairlerine Türk boyları arasında şaman, oyun, baksı, ozan gibi adlar veriliyordu.  Bu adlar eski çağlarda kullanılmış, geleneklerine çok bağlı Türkler arasında İslamiyet’ten sonra da yaşamıştı.

    Bağlı bulundukları boylara yaşadıkları çağlara göre adları, kıyafetleri, kullandıkları sazlar az çok değişmekle birlikte kopuz isimli sazla şiirler söylemişlerdir. Bunların yanında aşk şiirleri ve ölenlerin arkasından ağıtlar söylerler. Ayrıca Tanrılara kurban sunmak, kötü cinlerden gelen kötülük ve hastalıklara afsunla engel olmak, hastaları iyileştirmek gibi görevleri de vardır. Baksılar bu işleri yaparken kendilerinden geçip dinleyenler üzerinde büyük etki bırakırlar.
    Kopuz 





    İlk çağlarda söylenen bu şiirler halkın ortak duygularını simgeliyordu. Törenlerde bir ağızdan söylenip halkın malı oluyordu. Şiirler yeni ağızlardan yapılan eklemelerle az çok değişse bile, söylendiği zamanlardan hatıralar saklar.

    14 Kasım 2015 Cumartesi

    1.Ünite / Türk E. Dönemlere ayrılmasındaki ölçütler


    Türk Edebiyatının Dönemlere Ayrılmasındaki Ölçütler

    Edebiyatın konusu insandır. İnsan da bir toplum içerisinde varlığını sürdürür. Dolayısıyla toplumu ilgilendiren her türlü sosyal ve siyasi olay, yaşanılan çevre edebiyatı etkisi altına alır. Toplumların tarihsel süreç içerisinde yaşamış oldukları savaş, göç, dini etkileşimler gibi etkenler o toplumun edebiyatını da derinden etkiler. Bu etkileşim bazen edebi eserlerin içeriğinde bazen de şekli yapısında bir değişiklik olarak karşımıza çıkar. Bu değişikliklerin daha geniş kapsamlı ve köklü olmasıyla edebiyat dönemleri meydana gelir.


    Türk edebiyatında tarihsel süreç içerisinde üç farklı medeniyetin etkisi görülür. Böylece Türk edebiyatı bu medeniyetlerin etkisiyle birbirinden farklı üç ana döneme ayrılır:
    • İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı (Destan Dönemi Edebiyatı): Göçebelik medeniyetinin etkisinde gelişmiştir.
    • İslamiyet Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı(Dini Dönem): İslam medeniyetinin etkisinde gelişmiştir.
    • Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı(Modern Dönem): Batı medeniyeti etkisinde gelişmiştir.


    Türk edebiyatının dönemlere ayrılmasındaki etkenler şunlardır:
    • Din değişikliği
    • Kültürel değişiklik
    • Coğrafi değişiklik
    • Dil Değişikliği
    • Sanat anlayışı
    1-Din Değişikliği:

    Din olgusu insanı ve toplumu yakından ilgilendirir. Edebiyatın konusu da insan olduğu için toplumların dinsel inançları ortaya koydukları edebi eserleri etkiler. Nitekim eski Uygur ve Göktürk eserlerinde Gök tanrı inancı, Manihaizm ve Budizm

    ile ilgili metinlere rastlanmıştır. Özellikle 10.yy’da Türklerin İslamiyet’i kabulüyle birlikte ortaya koyulan eserlerde İslam kültürünün etkisi açıkça görülmüştür. Bu da dini inanışın edebi eserlere etkisini açıkça gösterir. Bunu başka bir örnekle de somutlaştırabiliriz: İnsan figürlerini çizmenin dinen yasak olduğu bir toplumu ele alalım.Böyle bir toplumda ortaya koyulan tüm resim sanatıyla ilgili eserlere baktığımızda insan resmi bulunmayacaktır. Böylece resim sanatının dini inançlar doğrultusunda başka konulara yöneldiği görülecektir. Edebiyat da tıpkı resim gibi bir sanattır ve din olgusundan etkilenir.



    2- Kültürel Değişiklik:
    Türkler İslamiyet öncesinde göçebe hayat yaşamakta, avcılık ve hayvancılıkla uğraşmaktaydılar 8.yy’dan itibaren yerleşik hayata geçişle birlikte ilk yazılı belgeler olan Orhun Abideleri oluşur.10.yy’da İslamiyet’in kabulüyle birlikte Müslüman ülkelerle komşuluk edilmesi doğrultusunda Türklerde yoğun bir kültürel değişim yaşanmıştır. Bu dönem eserlerinde Arap ve Fars kültürünün etkisinde İslami eserler ortaya koyulmuştur.19.yy ile birlikte Batı ile etkileşim başlar böylece Batı kültürünün etkisi görülür. Böylece batı etkisinde toplumun birçok alanında görülen değişim edebi eserlere de yansır.19.yy eserlerinde görülen yeni nazım şekillerinin kullanılması, yeni kavramların edebi eserlere konu olması bunun örneğidir.

    3- Coğrafi Değişiklik:
    Türkler tarih boyunca çok geniş coğrafyaya yayılmış yayılım yönleri doğrultusunda farklı kollara ayrılmışlardır. Böylece göç ettikleri bölgelerde farklı şive ve lehçeler oluşmuştur. Aynı zamanda göçle birlikte farklı kültürlerle yapılan etkileşimler edebiyata da yansımıştır.

    4-Dil Değişikliği:
    Dil sürekli değişim ve gelişim halindedir. Edebiyatın temel malzemesi dil olduğu için dildeki değişiklikler edebiyatı da etkiler. Toplum hayatındaki değişiklikler dili de değiştirir.
    Türk edebiyatında, İslamiyet’ten önce arı bir dil,10yy’dan sonra İslamiyet’in kabulüyle Arap ve Fars kültürünün etkisinde bir dil,19yy’dan itibaren batı etkisinde bir dil,20yy itibbariyle de sade Türkçeye dönen bir dil kullanılmıştır.

    5-Sanat anlayışı:
    Değişen ihtiyaçlar ve kültürel etkileşimler sonucu toplumların sanat anlayışında da değişiklik meydana gelir. Nitekim Türk Edebiyatı da dönem dönem sanat anlayışı farklılıklar gösterir. Örneğin İslami Dönem Türk edebiyatı sanat eğilimlerinin farklılaşması sonucu Divan edebiyatı ve Halk edebiyatı olmak üzere iki bölüme ayrılmıştır.